03 Temmuz 2010

Tunç Residence havuzunda iki balık

Bugün güne pek bir tembel başladık. Uzun bir kahvaltı, sonrasında evi dağıtma, hemen ardından küveti doldurup içinde bıcıbıcı yaparak serinleme... Gün böyle evde pinekleyerek geçer diye düşünüyordum ki bizimkiler birden ayaklandı. İşin garibi annem plaj çantası hazırladı. Huoop ne oluyoruz dememe kalmadan kendimi aşağıda buldum.

Bir de baktım ne göreyim?! Arabamız gelmiş! Babam kavga dövüş servisten kapmış-tamir olduğu halde çeşitli bahaneler öne sürerek arabamızı vermiyorlardı. Axa Sigorta ve Beşiktaş Belediyesi'ne güzel dileklerimizi tekrarlayarak eşyalarımızı bagaja yerleştirdik. Sıra oto koltuğumu monte etmeye gelince bizimkiler sınıfta kaldı. Koltuğu anneme yardımcı olmak için apartman görevlimiz sökmüştü, hemen onu çağırdık. Annemin "Tecrübeli baba işte!" nidalarıyla Hayrettin Abi koltuğumu taktı ve yola çıktık.

Tunç Residence'a vardığımızda Arda ve Neslihan hazırlanmış bizi bekliyorlardı. Sitenin havuzunu bizim için kapatmışlar! Ne ince bir davranış... Arda'ya suya elleriyle vurup şap şap yapmayı öğrettim. Ondan 6 ay büyük olduğum için haliyle daha tecrübeliyim. Yürümeye başlasın bak ona neler öğreteceğim...

Neslihancım benim için de yoğurt getirmiş, afiyetle yedim.Geç gittik, erken kalktık ama çok eğlendik. Hep davet ediyorlar, madem bu kadar güzel vakit geçiriyoruz biz de hep gideriz artık. :)

01 Temmuz 2010

Sütçü geldi haanıımm!

Pazartesi kahvaltıdan sonra annemle yürüyüşe çıkmıştık. Eve dönerken bizim apartmanın önünde elinde beyaz damacana olan bir abi gördüm. Annem tanıyormuş gibi abiyle konuştu, yukarıya davet etti. O abi meğer sütçüymüş! Geçenlerde bahsettiğim sütle ilgili polemikler üzerine annem Aysun the Sütçü'ye ulaşmış ama bir süre eve gönderim yaptığı adreslerine yenisini ekleyemediği cevabını almıştı. Yeni talepleri sırayla değerlendiren sütçümüz biz Kıbrıs'tayken mail atıp bize de süt gönderebileceği müjdesini vermiş, bizim mıntıkanın teslimat günü olan ilk pazartesi de 5 lt'lik sütümüzü göndermiş.

"Bu devirde açık süt mü alınır Ela?" demeyin diye size sütçümü tanıtayım biraz. Silivri'nin Büyükçavuşlu Köyü'ndeki Gündönümü Çiftliği'nin başında Aysun-Mehmet Sökmen çifti var. İşlerini çok önemsedikleri süreçlerin kusursuz işleyişinden belli. Sürünün hastalıklardan arı olması için çok çalışıp 5 yıl önce sertifikalarını almışlar. El değmeden sağım yapıp, sütü o anda soğutup, ilk bizim açacağımız damacanalara dolduruyorlar. İneklere fabrika yemi ve sütü artırıcı hormon vermiyorlar. İnek hastalanır da antibiyotik alması gerekirse sütünü ne buzağılara veriyorlar, ne de bizlere satıyorlar. Evet organik değil ama annem organik sütün tadından haz almamaya başladı. Diğer sütleri zaten sevmiyor, su gibi buluyordu. Şimdi en azından daha kıvamlı, daha güzel bir süt içiyoruz. Sütçümü yakından tanımanız için aşağıya birkaç link ekliyorum:






Siz de bu lezzetli sütten tatmak isterseniz sütçüme bir mail atmanız yeterli: aysun@gundonumu.biz.tr

Peki biz ilk 5 lt. sütle ne yaptık? Önce kaynadıktan sonra 15 dk. daha savurarak pişirdik. Ilınınca buzdolabına koyduk. Ertesi sabah üzerinde biriken kaymağı sıyırıp cam şişelere doldurduktan sonra tekrar buzdolabına kaldırdık. Kaymağı kahvaltıda yedik. Tiramisu ve sütlaç yaptık. Çok lezzetli ve kıvamlı oldular. İlk günden yoğurt yapmaya cesaret edemedik, önümüzdeki hafta deneyeceğiz. Eskisi gibi günde 600 ml. süt içiyor olsaydım 5 lt. bize kesinlikle yetmezdi. Bu lezzetli sütle tanıştığım için gerçekten çok mutluyum! :)

30 Haziran 2010

Bye-bye biberon

Cumartesi sabah erkenden randevu alıp koşa koşa doktora gittik, durumu anlattık. Rutin kontrollerim de yapıldı, hepsinden geçtim. Su çiçeği aşımı oldum. Döküntü ya da kabarcıklar -artık her neyse- doktorumu çok heyecanladırmadı. "İsilik" dedi. Annem de "Hiç mi isilik görmedik? Bunlar su dolu kabarcıklar.." dese de ilgi çekmeyi başaramadı. Bütün bir hafta suyun içinde takıldım, neredeyse tüm gün bezsiz gezdiğim oldu. Nasıl isilik olabilirim ki? Dilimin üzerindeki beyazlık iyice arkaya ilerlemiş, ucunda da koca bir aft. Faranjit başlangıcı teşhisiyle reçeteye antibiyotik yazılmış olarak çıktık. Annem hiç tatmin olmadı, zaten ağlıyordu daha da ağlamaya devam etti. "Keşke ben hasta olsaydım!", "Keşke titizliği elden bırakmasaydım!". İş işten geçti, söz konusu ben olduğumda bundan sonra hep birlikte daha dikkatli olacağız. Ellerini yıkamayan bana dokunamayacak, kendi yediği bir şeyi bana yedirmeyecek, benim de parmaklarımı ağızlarına sokarak onlara bir şey yedirmeme izin vermeyecekler. Kısaca el-ağız hijyenine maksimum dikkat etmeye devam. Kartlarımızı gayet açık oynayıp herkese baştan söylüyoruz, sonra annem uyarınca darılmaca gücenmece olmasın.

Ağzımın içi berbat; bu halde nasıl yemek yiyeyim, nasıl süt içeyim? Biberondan nefret ediyorum, görmeye bile tahammülüm yok. Sütü ve suyu kaşıkla ya da bardakla içiyorum. Yemek yerken dilimi fazla işin içine sokmadan henüz diş çıkmadığı için boş olan yerlerle çiğnemeye çalışıyorum. Gece süt içerek uykuya daldığımdan eskisi gibi 20:30'da yatak yok. Gecenin bir yarısı yürüyüşe çıkıyoruz da öyle uyuyorum. Bizimkilere spor oluyor ama 8:00-20:30 olan mesai 8:00-24:00 olunca 3 günde dağıldılar. Gece uyandığım zaman da sütümü içip uykumu devam ettiriyordum, biberon olmayınca o da yok. Haydi bakalım, kucakta gezdirme seansı başlasın! Babam geceleri daha iyi annemse uykusuzluğa hiç dayanamıyor. Belki de bütün gün benimle uğraşmaktan tüm enerjisi bitince şarj olma ihtiyacı duyuyordur-ki ben buna izin vermiyorum. Yine nöbetleşmeler başladı...

"Ah ben hasta olaydım da, meleğim olmayaydı!" diye ağıtlar yakan anneme ağzımdan çıkarıp mama verdim. O da kek gibi yedi. Şimdi onun ağzında onlarca aft çıktı, ellerinde ve ayaklarında su toplamış gibi minik yaralar var. Yemek, konuşmak, diş fırçalamak ızdırap! Sadece boğaz enfeksiyonuna çevirmedi. Belki de onda bademcik yok, bende var diyedir. Bilemiyorum, acayip bir şey kapmışım işte.

Annem bugün alıştırma bardağı aldı, belki biberona alternatif olur diye. I-ıh hiç sevmedim! Ondan bir şey içerken de aynı çabayı göstermem lazım, bardaktan içmek daha kolay.

Bu arada Joker'e Avent'in BPA Free biberonları gelmiş. Geçen eylül ayında gelmeyecek miydi bunlar? Bahsi geçmişken tekrar hatırlatayım: Bebekler için mutlaka BPA Free ürünler kullanın, BPA Free olsa bile içine kaynar sıvılar koymayın, ürünün içinde sıvıyı kaynatmayın, kaynar suyla yıkamayın. (Konuyla ilgili eski yazım burada.) Tabii bu kurallar tüm plastikler ve plastik kullananlar için geçerli olsa da konu bebek sağlığı olunca daha dikkatli olmak gerekiyor diye düşünüyorum.

29 Haziran 2010

Ela Süper Kıbrıs'tan bildiriyor-2

Çarşamba sabahı babamı uğurladıktan sonra kahvaltı yapıp annem ve dedemle havuza indik. Hava çok kötü değildi, sadece azıcık esiyordu. Olsun, biz yine de oynadık.Doruk'un doğum günü hediyesi olan kırmızı Crocs terliklerim olmasa ne yapardım bilmiyorum. Onları o kadar çok seviyorum ki... Denizde, havuzda, parkta, çimde, odada hiç ayağımdan çıkarmadım. Ayağımdan çıktığı zaman da kaybedeceğim diye aklım çıktı!Hava hazır bunaltıcı değilken Kıbrıs çıkarmamızı Girne Kalesi'ni görmeden noktalamamak için Girne'ye indik. Gitmişken babama götürmek üzere bolca Smirnoff Ice ve Bacardi Breezer stokladık.Perşembe güneş yüzünü pek göstermedi. Zaten hafiften moralim bozulmaya başlamıştı. Günü kapalı yerlerde ya da şemsiye altında dinlenerek geçirdim.Meyve öğünlerimi aksatmadım, o kadar lezzetlilerdi ki parmaklarımı da yedim!Biraz da kapalı havuza girdim. Kovayla su taşıyıp dedemin terliklerini yıkarken çok eğlendim.Sonra da giyinip etrafı keşfetmek için yürüyüşe çıktım.Perşembe akşama doğru hafif ateşim çıktı. Sweatshirt'ümü giyip yatınca terledim ve sabah iyi kalktım. Tatilimizin son günüydü, hava yine bir açıp bir kapıyordu. Açtığı bir anı fırsat bilip sahile indik. Dalgalara gittik ama pek sevmedim, durgun suda kendimi daha rahat hissetmiştim.Canım denize girmek istemedi, zaten biraz da limoniydim. Duşumu alıp giyindim ve uçak saatini beklemeye başladım. O ara ağzımda aftlar belirdi. O kadar acı verdiler ki biberonla süt içmem imkansız hale geldi. Aftlar yüzünden dilimle emme hareketi yapamıyordum. Yine de biberonumu vermek istemedim. Ne zaman biri elimden almaya kalksa yaygarayı bastım.Öğleden sonra hava iyice kapandı. Bir anda sağanak yağmur indirdi. Bu da şu işe yaradı; tatil bitti diye hiç üzülmedim. Babamı da çok özlemiştim. Kim bilir bensiz canı ne çok sıkılmıştır?

Uçağımızın kalkış saati yemek ve uyku vaktime denk geldi. Yemek yiyemedim, süt içemedim, tabii uyuyamadım da. Biraz burnum tıkalıydı, kulaklarım da tıkandı. Böyle olunca iğrenç bir yolculuk geçirdim diyebilirim. Son 20 dk. sürekli ağladım. Canım süt istiyordu içemiyordum, uyumak istiyordu uyuyamıyordum. Moralim çok bozuldu. Cildimde sivilce gibi uç veren döküntüler de çıkmaya başladı. İnmemiz, kontrolden geçmemiz, valizlerin gelmesi, taksiye binip eve gitmemiz gece yarısını buldu. Takside annemin kucağında bayılmışım. Eve gittiğimizde annem üzerimi değiştirip yatağıma yatırmış, hissetmedim bile. Ertesi sabah ilk işimiz doktordan randevu almak oldu. Acaba neyim vardı?

28 Haziran 2010

Ela Süper Kıbrıs'tan bildiriyor

İlk tatilime geçen yıl 5,5 aylıkken çıkmıştım. Nostalji isteyenler maceralarımı buradan, buradan ve buradan okuyabilir. Tabii ki bu iki tatil arasında bazı benzerlikler ve farklar vardı. Öncelikle artık mobil olduğum için kesinlikle daha çok zevk aldım diyebilirim. Hava durumu konusunda ise benzer şeyler yaşadım. İlk 3 gün güzel; sonraki 3 gün kapalıydı. Hatta son gün aynı Bodrum'da olduğu gibi bizi İstanbul'a sağanak yağmur uğurladı.

Havaalanına gitmek üzere evden çıkışımız tam bir kaostu. Elbette geç kaldık, sözleştiğimiz saatte orada olamadık. Check-in işlemlerini hallettikten sonra aile Shop&Miles'cılar ve Wings'ciler olmak üzere ikiye bölündü. Ben Wings'cilere katıldım çünkü Zone yenilenmiş ve içinde bebek odası yok. Diğer tarafta ise isteyebileceğim her şeyle dolu bir odam vardı. Zone neden çocuk bölümünü kaldırmış anlayamadık. Bu arada annem son dakika hazırlıklar yüzünden geç kalınca yataktan kalktığı gibi evden çıkmak zorunda kaldı. Şanssızlığa bak ki neredeyse bütün ajans Cannes'daki yarışmaya gitmek üzere alana doluşmuştu. "Kahretsin rezil oldum, aylar sonra beni en paççozz halime gördüler!" diye panik yapsa da sonra durumu kabullendi. Ben o sırada ezogelin çorbası içip uçuşa hazır hale geldim, böylece öğlen öğününü atlamamış oldum.

Uçağa en son binenler hep biz oluyoruz çünkü bir kez yerime oturduktan sonra hemen kalkış yapılsın ki sıkılmayayım istiyorum. Hostes ablalarla birlikte karşılama komitesinde yerimi aldım ve herkese "Hoş geldiniz!" dedim. O sırada pilot amca beni almak istedi; "Gel bak seni nereye götüreceğim?" dedi. "Tanımam etmem, kim bilir nereye götürecek?" diye düşünüp teklifini kabul etmedim. Meğer kokpite götürecekmiş! Kokpiti görünce dibim düştü ve hemen içeri girmek istedim, bu sefer de pilot amca beni almadı. Hakkımı kaybetmişim! :(

Acapulco benim güzel vakit geçirebileceğim bir yer. Sadece yemekleri biraz tuzlu. Nedense tatlılar da az şekerli. Sanırım Kıbrıslılar tuzu çok, şekeri az seviyor. Odamıza benim için park yatak koymuşlar. Çok fena yerimi yadırgadım. Yayla gibi yatağımda dört dönmeye alışmışım. Bunda hareket ettikçe filelere değdim, her değişimde de uyandım. İlk sabah 5:40'da kalkmakla birlikte bunu her gün biraz daha insani saatlere çektim. Geceleri de yüzlerce kez uyandım. Bizimkilerin bebekle tatil konusunda tek mutsuz oldukları konu bu: Uyku düzenimin bozulması, dolayısıyla onların da uyuyamaması...

Denizle aram yine çok iyiydi. İlk sabah 7:00'de denize girerek güne başladım. Sonra da deniz-havuz-duş arasında mekik dokudum.
12-17 arasında güneşe çıkmadım. Gölgede oturdum ya da içeride uyudum. Herhalde çıksam da bir şey olmazdı. Mustela'nın 50+ güneş kremi maşallah krem değil kalkan! Peynir gibi gittim, peynir gibi geldim...
Herkes benimle bıcıbıcı yapmak için can atıyordu. Böyle olunca ben de sudan çıkamadım, balık gibi yüzdüm.
Ellerim ve ayaklarım buruşuk buruşuk olunca da çok güldüm! :)
Denizden ve havuzdan çıkınca mutlaka duşumu aldım. Artık "Duç" diyebiliyorum.
Çimlerle aram başlangıçta çok iyi değildi ama sonra alıştım.
Akşamları yemek saatini beklerken parka gittim. Dedem gölge gibi peşimdeydi. Burada da "Abi" ve "Abla" demeyi öğrendim.
Parktan sonra açık büfede bana göre çıkan ne varsa mideye indirdim. Fotoğrafta önlüklü olduğuma bakmayın. Önlük takmadığım için bütün cicilerimi lekeleyerek eve götürdüm.
İlk günler böyle geçti. Ne zamanki babamı İstanbul'a uğurladık, havalar bize küstü. Galiba "Babasız tatile çıkmak nasıl içinize siner?" diyerek bizi cezalandırdı. :( Bir daha babamsız şuradan şuraya gitmem!

Diğer günleri de yarın anlatacağım...

27 Haziran 2010

Geldimmmm! Beni özlediniz mi?

Ailecek çok yorulduk ve kısa bir molayı hak ettik. Bir haftadır Kıbrıs'taydık. Ben, annem, babam, babaannem, dedem, halam, Güçlü, babaannemin kardeşleri, yengesi, kuzeni, dünürü ve arkadaşları derken kocaman bir grup olmuşuz.

Ben, annem ve dedem deniz-havuz-duş arasında mekik dokuduk. Diğerleri ise bir görünüp bir kayboldular. Babam 3 gün bizimleydi, çarşamba sabahı İstanbul'a döndü. Babamın gitmesiyle hava bozdu. Hele son gün... O kadar çok yağmur yağdı ki uçak saatini beklerken "Bitse de gitsek!" moduna girmiştik. Hava konusunda şansım yaver gitmediği gibi son iki günü hasta geçirdim. Yeni kendime geldiğim için şimdi uzun uzun yazamayacağım, detaylar için yarın görüşürüz! :)