12 Haziran 2010

Bebek'te şenlik varmış ama hiç benlik değilmiş

Dün akşam bizimkiler anneannemle beni evde bırakıp dışarı çıktılar. Bir önceki çıkışlarında "Birkaç saate kadar geliriz." dedikleri için uyumayıp onları beklemeye çalışmıştım. 22:30'da pilim bitince de daha fazla dayanamayıp uyuyakalmıştım. Bu sefer giderken "Geç geliriz, bizi bekleme bebeğim. Sabah görüşürüz." dediler. O ooo sabaha kadar onları bekleyecek değilim herhalde! Yemeğimi yedim, uyku saatim gelince de sütümü içip yattım.

Sabah erken kalkıp anneannemi uyandırdım. Kahvaltı saatine kadar birlikte oynadık. Annem uyanınca kahvaltımı hazırladı, babamı uyandırmayıp kız kıza kahvaltı yaptık. Anneannem geç yatıp erken kalktığından nöbeti anneme devredip uyumaya gitti. Her zamankinden erken uyandığım için ben de gözlerimi ovuşturuyordum. Babam desen hala uyuyordu... Annem de baktı ki evdeki herkesin uyuyası var, sütümü verip beni yatağıma koydu ve yatmaya gitti.

Uyandığımda öğlen olmuştu; 3 saat kadar uyumuşum, ben de şaşırdım duruma. Annem kalkıp börek yapmış, babamsa hala uyuyordu. Hemen gidip babamı uyandırdım, sonra da birlikte öğle yemeği yedik.

Öğleden sonrayı değerlendirmek için tercihimiz yine Bebek oldu. Bu hafta sonu Bebek Şenliği varmış. Standlar kurulmuş, millet kendini çimlere atmış, havada bir yemek kokusudur gidiyordu. Sahil tarafına Galatamoda'nın mini butikleri dizilmiş, alışveriş yapası gelenlerin derdine derman olunmuştu. Bazen canlı, bazen Dinamo FM'den yayınlanan yüksek sesli müzik eşliğinde insanlar dip dibe yürümeye çalışıyordu. Çocuklar da unutulmamış, onlar için de oyun ve aktivite alanları kurulmuştu.

Hayatımda ilk defa böyle bir kalabalık gördüm. İğne atsan yere düşmeyecek yollarda yürümekten çekindim. Normalde özgürce koşup oynadığım geniş alanları göremedim, her yeri büyükler kapmıştı. Dışarıda kucak istemeyen, kendi yürümeyi tercih eden bendeniz bu sefer kucaktan inmek istemedim. Ne bileyim, bunca kalabalık içinde rahat edemedim işte. Büyüklerin keyfi yerinde görünüyordu ama şahsen Bebek'e şenlik olmayan günlerde gitmeyi tercih edeceğim. En azından biraz daha büyüyene kadar... :))

11 Haziran 2010

Nişantaşı'nda bir kuduruk

Nişantaşı benim gibi yerinde duramayan bebekle gezmesi çok rahat bir yer olmadığından sıklıkla gittiğimiz bir yer değil. Pusetimde uzun süre oturmuyorum. Otursam da dar kaldırımlar, kalabalık, trafik, gürültü vb. detaylar keyifli vakit geçirmeyi zorlaştırıyor. Yine de arada gidiyoruz.

Bugün de Nişantaşı sokaklarında dolaştık biraz... Prima Premium Care dağıtan ablalar beni çok sevdiler, fotoğraflarımı çekip denemem için bezler verdiler. (Artık yeni bez denemeyi bıraksam, hatta bezi bıraksam çok iyi olacak. Aslında dün akşam park dönüşü annem yemek hazırlarken kakam geldi. Yanına gidip "Da-da" dedim ve kakamı yaptım. Yaparken söylemek yaptıktan sonra söylemekten daha iyi diye düşünüyorum.)

Soluklanmak için Caffé Nero'nun bahçesinde mola verdik. Baktım annem yine kahverengi bir yiyecek almış. Hemen gözüm döndü ve "Minamiii minamiii!" diye bağırmaya başladım. Meğer 3 çikolatalı brownie'ymiş. Mozaik pastadan sonra hayatıma bir de brownie girdi. Çok mutluyum.

Gelmişken City's'e bir uğrayalım demiştik ama benim "yürüyen merdivenleri yürüyerek çıkma" sevdam yüzünden City's'de kaldığımız süre çok uzun olamadı. Zaten bacağımı da boydan boya merdivene sürttüm. "Acımadı kiii!" diyerek, merdivenlere tırmanmaya devam ettim. Arkamın dönük olduğu bir anda annemin fısıldayarak bir şeyler söylediği güvenlik görevlisi yanıma gelerek bebeklerin yürüyen merdivenleri çıkmasının yasak olduğunu söyledi ve bana kızdı. Gerçekten çok utandım. Merdivenleri her çıkmak istediğimde annem bu olayı hatırlattı bana.

Ne olacak şimdi peki, artık yürüyen merdiven yok mu? Hiç mi? :'(

Bu arada 20 Haziran'da City's'de babalar ve çocukları birlikte uçurtma yapacakmış. Annem çocukken en sevdiği şeylerden biri olan dedemle uçurtma yapma aktivitesini benim de babamla yapacağımı düşününce çok mutlu oldu. Aaaaaa ama biz 20 Haziran'da İstanbul dışında olacağız. Biz kaçırıyoruz, siz kaçırmayın derim!

10 Haziran 2010

Happy birthday everybody!

Bugün babamın ve dedelerimin doğum günüydü. Sabah babamı doğum günü şarkısıyla uyandırıp hediyemi verdim. Kutlama faslını kısa kestim ve işaret parmağımı avucumun içinde soldan sağa götürerek iPhone'umu istedim. Çünkü en sevdiğim şey bu; sabahları bizimkilerin yatağına uzanıp birlikte iPhone'umdaki video ve fotoğrafları izlemek. Babamı işe uğurladıktan sonra öğle yemeği ve uykusuna kadar çeşitli aktivitelerle bütün enerjimi harcadım. Sonra da 3,5 saate yakın uyumuşum. Annem bu kadar saat ne yapacağını bilememiş, hatta canı sıkılmış! Normalde 1,5-2 saat uyuyorum. Bu anneme yetmiyor, uzun uyuyunca da canı sıkılıp beni özlüyor, ne yapayım ben şimdi?

Uyanınca dedelerimi aradım ve yeni yaşlarını tebrik ettim. Mahir Dedem İzmir'de, Celal Dedem ise Avrupa'nın kim bilir hangi şehrinde? Konuştuk ama doğru düzgün duyamadığımdan nerede olduğunu anlayamadım. Zaten pazar dönüyor, yüz yüze kutlarız.

Muzumu yedikten sonra da parka indim.
Olaydan beri parka gitmemiştim, herkes bana "Geçmiş olsun!" dedi. Duyduğuma göre duvar babam aşağı inmeden sadece 5 dakika önce yıkılmış. Üff ne sinir bozucu bir detay, değil mi?

Parktaki arkadaşlarım arasında yaşı bana en yakın olan Yakamoz. O da çok mutlu ve hep gülen bir bebek. Ben yürürken o yürümeye cesaret edemiyordu. Şimdiyse o konuşuyor ben dinliyorum. İşte böyle birlikte büyüyoruz. :)

09 Haziran 2010

Bugün de annemin gönlünü yaptım

Mango durdu durdu, indirime girecek günü buldu! Dünkü yağmurda alışverişe gitseydik herhalde bize ödül verirlerdi! Annem indirimin ilk günü Mango'ya gidememenin sıkıntısını daha fazla yaşamasın diye onu ikinci günde iki Mango'ya birden götürdük. Götürdük diyorum çünkü anneannem ve dayım da bizimleydi. Artık pusetimde oturmadığım için annemin benimle alışveriş yapması imkansız hale geldi. Mutlaka kolluk güçlerinin devreye girmesi gerekiyor, mutlaka!

Bana bir şey alınması söz konusu olduğunda bir kere bile düşünmeyen annem kendi için alışveriş yaparken rakamlar daha bir anlam kazanıyor. Böyle olunca indirimleri takip etmek daha bir gerekli oluyor. Bir gün önce şık şık askıda asılı olan kıyafetlerin etiketlerine turuncu sticker'lar yapışınca cazibeleri azalıyor mu sizce de? Annem işte böyle ilginç bir kişilik... :) Hem böyle hisseder hem de indirimleri kollar. Babama göre de kendisi indirimden değil bindirimden hoşlanır!

Neyse bugün hem Mango indiriminden hem Zara bindiriminden epey bir alışveriş yaptı da mutlu oldu. Akşam Yelda geldi, alınanların hepsini beğendi, ilk fırsatta birlikte gidilmesi için planlar yapıldı.

"Ela bugün ne yaptı?" sorusunun cevabı olarak mağazaların içinde çılgınlar gibi koştu, yürüyen merdivenleri onlarca kez inip çıktı, Starbucks'ta zeytinli açma+mozaik pastayı mideye indirdi ve enerjisi hiç tükenmedi diyebilirim.
Mağazalardaki tezgahtar ablalar beni paylaşamadı, kapanın elinde kaldım! Ama esas bomba Zara'da esrarengiz birinin yanıma gelip "Sen Ela Sümer misin?" diye sorması oldu. Meğer benim blog'umu biliyormuş! :) Annem o sırada kasada ödeme yaptığından kaçırdı ama ben o tatlı abla ve oğlu Fırat'la ayaküstü sohbet ettim. Dünya ne küçük değil mi?

08 Haziran 2010

Yağmur yağdı, seller aktı...

Parkın duvarı arabamızın üzerine yıkıldı!!!

Sabah babamı işe uğurladım ama 2 dk. sonra kapı çaldı; baktım babam. Aşağı indiğinde beklenmedik manzarayla karşılaşmış, polise ve sigorta şirketine haber vermek için yukarı çıkmış.

İşte başımıza gelenler:
Cana geleceğine mala gelsin dedik ama yine de canımız sıkıldı.

07 Haziran 2010

Minik balık Ela

Annem olası doğum tarihim olan 5 Nisan'ı duyduğunda koç burcu olacağım için sevinmiş. Ona göre alık bir balık olmaktansa koç olmak daha havalıymış. 19 Mart gecesi yatmaya hazırlanırken bana "2 gün daha sabret bebeğim, sonra istediğin zaman gelebilirsin." demiş. Herhalde uyuyordum, cümlenin başını duymamışım...

"İstediğin zaman gelebilirsin"i duyunca hemen kıpırdanmaya başladım. Birkaç saat uğraştıktan sonra sabaha karşı 5'te içinde bulunduğum su kesesini patlatmak suretiyle dünyaya geliş sürecini başlattım. Annem "Oldu mu şimdi?! Hani 2 gün daha bekleyecektin??" dedi. Ama artık bu gibi polemikler için çok geçti!

Minik balıklarını sağlıkla kucakladıkları zaman bizimkiler çok mutlu oldular. Balıkmışım, koçmuşum bir önemi kalmadı. Ben de hayatıma balık olarak mutlu mesut devam ediyorum.

Geçenlerde "Minik Balık" kitabına gözüm ilişti, burcumun özelliklerini taşıyor muyum diye merak ettim. İşte minik balık Ela:
  • Sevimli, duyarlı, hassas ve yaratıcıdır. Yetenekleri inanılmaz derecede hızlı gelişir.
  • İlgi gösterilip sevilmesi, korunmaya alınması gerekir.
  • Her düşünceyi kafasında canlandırabildiği için muhteşem fantazilere sahiptir ve bazen hayalle gerçek arasındaki farkı ayırt edemeyebilir. Tüm hayatını hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı bir şaşkınlık içinde geçirirken harika şarkılar, şiirler ve filmler yaratabilir.
  • Aşırı duygusallığı nedeniyle sadece kendi için değil başkalarının çektiği acılar için de göz yaşı döker.
  • O kadar duyarlıdır ki çevresindeki insanların özelliklerini alır, onları taklit etmeye başlar. Bu taklit yeteneği sayesinde her çevreye rahatlıkla uyum sağlayabilir.
Buraya kadar hepsi beni anlatıyor. Sadece "rutini sevmemesi" ve "girişken olmaması" gibi iki özellik beni anlatmadığı için listeye eklemedim. Sanırım burada yükselen burcum ASLAN devreye girip duruma müdahale etmiş. Böylece karakterime aşağıdaki özellikler eklenmiş:
  • Bir aslan gibi güçlü ve üstün olmayı sever.
  • Korkusuz, tutkulu, kendine güvenen bir kişiliktir.
  • Çok enerjiktir. Bu enerjiyle hedefine doğru bıkmadan usanmadan koşar.
  • Gösterişi sever.
Ben neymişim be abi? :)

06 Haziran 2010

Çaktırmadan saçım uzamış

Özellikle son ay gözle görülür derecede uzamış gibime geldi. Hala beni erkeğe benzeten olursa alnını karışlarım valla!

İşte ay ay değişim: