28 Haziran 2010

Ela Süper Kıbrıs'tan bildiriyor

İlk tatilime geçen yıl 5,5 aylıkken çıkmıştım. Nostalji isteyenler maceralarımı buradan, buradan ve buradan okuyabilir. Tabii ki bu iki tatil arasında bazı benzerlikler ve farklar vardı. Öncelikle artık mobil olduğum için kesinlikle daha çok zevk aldım diyebilirim. Hava durumu konusunda ise benzer şeyler yaşadım. İlk 3 gün güzel; sonraki 3 gün kapalıydı. Hatta son gün aynı Bodrum'da olduğu gibi bizi İstanbul'a sağanak yağmur uğurladı.

Havaalanına gitmek üzere evden çıkışımız tam bir kaostu. Elbette geç kaldık, sözleştiğimiz saatte orada olamadık. Check-in işlemlerini hallettikten sonra aile Shop&Miles'cılar ve Wings'ciler olmak üzere ikiye bölündü. Ben Wings'cilere katıldım çünkü Zone yenilenmiş ve içinde bebek odası yok. Diğer tarafta ise isteyebileceğim her şeyle dolu bir odam vardı. Zone neden çocuk bölümünü kaldırmış anlayamadık. Bu arada annem son dakika hazırlıklar yüzünden geç kalınca yataktan kalktığı gibi evden çıkmak zorunda kaldı. Şanssızlığa bak ki neredeyse bütün ajans Cannes'daki yarışmaya gitmek üzere alana doluşmuştu. "Kahretsin rezil oldum, aylar sonra beni en paççozz halime gördüler!" diye panik yapsa da sonra durumu kabullendi. Ben o sırada ezogelin çorbası içip uçuşa hazır hale geldim, böylece öğlen öğününü atlamamış oldum.

Uçağa en son binenler hep biz oluyoruz çünkü bir kez yerime oturduktan sonra hemen kalkış yapılsın ki sıkılmayayım istiyorum. Hostes ablalarla birlikte karşılama komitesinde yerimi aldım ve herkese "Hoş geldiniz!" dedim. O sırada pilot amca beni almak istedi; "Gel bak seni nereye götüreceğim?" dedi. "Tanımam etmem, kim bilir nereye götürecek?" diye düşünüp teklifini kabul etmedim. Meğer kokpite götürecekmiş! Kokpiti görünce dibim düştü ve hemen içeri girmek istedim, bu sefer de pilot amca beni almadı. Hakkımı kaybetmişim! :(

Acapulco benim güzel vakit geçirebileceğim bir yer. Sadece yemekleri biraz tuzlu. Nedense tatlılar da az şekerli. Sanırım Kıbrıslılar tuzu çok, şekeri az seviyor. Odamıza benim için park yatak koymuşlar. Çok fena yerimi yadırgadım. Yayla gibi yatağımda dört dönmeye alışmışım. Bunda hareket ettikçe filelere değdim, her değişimde de uyandım. İlk sabah 5:40'da kalkmakla birlikte bunu her gün biraz daha insani saatlere çektim. Geceleri de yüzlerce kez uyandım. Bizimkilerin bebekle tatil konusunda tek mutsuz oldukları konu bu: Uyku düzenimin bozulması, dolayısıyla onların da uyuyamaması...

Denizle aram yine çok iyiydi. İlk sabah 7:00'de denize girerek güne başladım. Sonra da deniz-havuz-duş arasında mekik dokudum.
12-17 arasında güneşe çıkmadım. Gölgede oturdum ya da içeride uyudum. Herhalde çıksam da bir şey olmazdı. Mustela'nın 50+ güneş kremi maşallah krem değil kalkan! Peynir gibi gittim, peynir gibi geldim...
Herkes benimle bıcıbıcı yapmak için can atıyordu. Böyle olunca ben de sudan çıkamadım, balık gibi yüzdüm.
Ellerim ve ayaklarım buruşuk buruşuk olunca da çok güldüm! :)
Denizden ve havuzdan çıkınca mutlaka duşumu aldım. Artık "Duç" diyebiliyorum.
Çimlerle aram başlangıçta çok iyi değildi ama sonra alıştım.
Akşamları yemek saatini beklerken parka gittim. Dedem gölge gibi peşimdeydi. Burada da "Abi" ve "Abla" demeyi öğrendim.
Parktan sonra açık büfede bana göre çıkan ne varsa mideye indirdim. Fotoğrafta önlüklü olduğuma bakmayın. Önlük takmadığım için bütün cicilerimi lekeleyerek eve götürdüm.
İlk günler böyle geçti. Ne zamanki babamı İstanbul'a uğurladık, havalar bize küstü. Galiba "Babasız tatile çıkmak nasıl içinize siner?" diyerek bizi cezalandırdı. :( Bir daha babamsız şuradan şuraya gitmem!

Diğer günleri de yarın anlatacağım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder